“Filistin’e Veda” (1995), İranlı yönetmen Seyfullah Dad’ın yönettiği, İran-Suriye ortak yapımı bir sinema filmidir. Film, 1948 yılında İsrail devletinin kurulması sürecinde yaşanan Filistinlilerin zorunlu göçü ve kimlik kaybı bağlamında, tarihsel ve kültürel trajediyi bireysel bir hikâye üzerinden anlatmaktadır. Filistin’e Veda, yalnızca dram filmi değil, aynı zamanda bir işgalin, kültürel silinmenin, hafıza kaybının ve kimlik mücadelesinin sinemasal anlatımıdır. Köklerinden koparılan bir çocuğun hikâyesi üzerinden, bir milletin topraklarından nasıl sürüldüğü, nasıl dönüştürüldüğü ve nasıl direndiği en ince ayrıntısına kadar gösterilmektedir.
Filistin’e Veda, Filistin topraklarında yaşanan büyük bir trajediyi, bireylerin yaşamı üzerinden etkileyici bir şekilde, tarihsel gerçekliği dramatik öğelerle harmanlayarak dönemin tanıklığını yapan güçlü bir sinema örneğidir. Filmde, bir ailenin hikayesi üzerinden hem işgalin acısı hem de kimlik kaybı işlenmektedir.
Hikâye, Hayfa’da yaşayan Filistinli bir doktor olan Said, eşi Latife ve küçük oğulları Ferhan’ın etrafında şekillenir. Aile huzurlu bir yaşam sürerken bir gün tren istasyonunda meydana gelen bombalı saldırı ile her şeyin altüst olduğu görülmektedir. Bu saldırının faili, Said’in çocukluk arkadaşı Şimon’dur ve artık Şimon siyonist hareketin etkili bir ismine dönüşmüştür. Bu olay, sadece bir patlamayla değil, Filistinlilerin yurtlarından sürüleceği o malum dönemin de habercisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Baskılar arttıkça Said çok istekli olmasa da ailesinin talebiyle yaşadıkları topraklardan ayrılmaya karar verir. Ancak henüz yola çıkamadan Yahudi milislerin saldırısına uğrarlar ve hem Said hem de eşi Latife hayatını kaybeder. Oğulları Ferhan ise sağ kalır ama asıl trajedi burada başlar: Ferhan, Müslüman kimliğinin yok edilmesi şartıyla Polonyalı Yahudi bir çifte verilir. Adı, Moşe olarak değiştirilir ve böylece geçmişin izleri yok edilmiş olup ailesinin kültürü unutturularak köklerinden insafsızca koparılmaya çalışılır.
Filmin ilerleyen sahnelerinde, Ferhan’ın büyükannesi Safiye, torununu geri alabilmek için direnişe katılma kararı verir. Tren yolculuğu sırasında düzenlenen bir eylemle birlikte torununu kurtararak adaletsizliğe karşı sembolik bir duruş sergiler. Bahsi geçen bu son sahne, Filistin halkının sadece toprak değil, tarih ve hafıza için de verdiği mücadelenin bir özeti şeklindedir.
Film izleyiciye, özellikle toplumsal hafıza, kimlik inşası, sömürgecilik ve kültürel yok oluş gibi kavramlar etrafında derin bir analiz sunmaktadır. Film, 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın hemen öncesinde, İngiliz mandasının çekilmesiyle başlayan kaotik süreci sahneye taşır. Yahudi göçmenlerin Filistin topraklarına yerleştirilmesiyle başlayan demografik ve siyasal dönüşüm, filmin merkezindeki Doktor Said’in ailesi üzerinden temsil edilir. Bu yönüyle film, kişisel hikâyeyi evrensel, aynı zamanda tarihsel bir çatışmanın içine yerleştirmiştir. Ferhan’ın, ailesi öldürüldükten sonra Yahudi bir çift tarafından evlat edinilmesi ve adının “Moşe” olarak değiştirilmesi, filmde kimlik silinmesi ve asimilasyonun çarpıcı bir örneği olarak sunulur. Bu durum, postkolonyal edebiyatta sıkça karşılaşılan “kimliğin parçalanması” temasını sinemasal anlatımla bütünleştirir. Ferhan’ın yeni ailesi tarafından Arapçayı temsil eden izlerin silinip Yahudi sembollerinin evin her yerine yerleştirilmesi, mekânın ideolojik dönüşümünü de sembolize eder.
Ferhan’ın büyükannesi Safiye’nin son sahnelerdeki eylemi, sadece torununu geri alma çabası değil, aynı zamanda Filistin halkının varoluşsal direnişini de simgelemektedir. Kadın karakter üzerinden kurulan bu anlatının, geleneksel erkek odaklı direniş hikâyelerine alternatif bir bakış açısı olarak sunulduğu görülmektedir.
Film, dramatik anlatımıyla ön plana çıkarken belgesel gerçekçiliğe yakın bir kurgu ve sessiz bir anlatım dilinin de etkin bir şekilde kullanıldığı elbette göz ardı edilemez. Bu sayede oyunculuk, mekân kullanımı ve sessizlik üzerinden yükselen gerilim, izleyicide güçlü bir empati duygusu oluşturmaktadır. Ayrıca filmde kullanılan görsel metaforlar (trenler, evin dönüşümü, ayna sahneleri) tematik derinliği artırmaktadır.
Sonuç itibariyle “Filistin’e Veda”, yalnızca bir aile trajedisini değil, bir milletin tarihsel hafıza kaybını, kültürel sömürgeciliği ve kimlik mücadelesini sinemasal düzeyde oldukça başarılı bir şekilde izleyiciye aktarmaktadır. Bu bağlamda film hem politik sinema hem de hafıza sineması kapsamında değerlendirilmesi gereken önemli bir yapım olarak ele alınmalıdır. Ayrıca film, postkolonyal teori, kimlik kuramları ve toplumsal bellek çalışmaları açısından zengin bir analiz zemini sunmaktadır.
YAZAR: Hülya Koç
Leave a Reply