Düşüncenin ve Temsilin Direnişi – Hanan Aşravi
Filistin mücadelesi, onlarca yıldır silahların gölgesinde, sınırların çizgilerinde ve müzakere masalarının soğuk yüzünde şekillendi. Ama bu mücadelenin bir de sessiz, görünmez ama derin bir boyutu vardı: düşünceyle, sözle ve ilkesel duruşla yürütülen bir direniş. İşte o çizginin en parlak isimlerinden biri Hanan Aşravi oldu. O, kelimelerle ördüğü bir dünya içinde, hem halkının hikâyesini taşıdı hem de adaletin dilini evrenselleştirmeye çalıştı.
Kesişen Kimliklerle Kurulan Zemin
Aşravi’nin siyasi düşüncesi tek bir kimliğe sığmaz. Hristiyan bir Filistinli olarak, Batı’nın gözünde “tanıdık” bir figürdü; kendi toplumunda ise farklı bir ses. Kadın olması, hem Filistin siyasetinde hem de uluslararası platformlarda varlığını daha da görünür kıldı.
Ama o, bu kimlikleri hiçbir zaman bir ayrıcalık ya da kimlik siyaseti aracı olarak kullanmadı. Mücadelesinin çıkış noktası “Ben kimim?” sorusu değil, “Nasıl bir adalet istiyorum?” sorusuydu. Bir söyleşisinde şöyle demişti:
“Ben bir sembol değilim, bir sesim. Ve bu sesi taşıyan binlerce insan var bu topraklarda.”
Bu cümle, onun kendini nasıl konumlandırdığını anlatan yalın ama çarpıcı bir ifadedir.
Akademiden Siyasete: Bilgiyi Eyleme Taşımak
Aşravi’nin yolculuğu Batı’da aldığı edebiyat eğitimiyle başladı. Shakespeare üzerine çalıştı, dilin anlam kurucu gücünü derinlemesine inceledi. Ama akademik bilgiye kapanmayı reddetti. Öğrencilerine yalnızca edebi metinleri değil, sözcüklerin bir halkın sesi olabileceğini de anlattı. Onun için “dil”, yalnızca ifade değil, aynı zamanda direnişin kendisiydi.
Bir konuşmasında şöyle diyordu:
“Filistin yalnızca bir toprak değil, bir anlatıdır. Eğer bu anlatıya sahip çıkmazsak, başkaları onu bizim adımıza yazar.”
Bu yaklaşım, neden üniversite kürsülerinden çıkıp uluslararası kamuoyuna seslenmeyi seçtiğini açıklar.
Diplomaside Yeni Bir Temsil Biçimi
1991’deki Madrid Barış Konferansı’nda dünya onu bir politik aktör olarak tanıdı. Bir kadının, üstelik Batılı söyleme hâkim bir dille işgal ve adaletsizlik hakkında bu kadar açık konuşması alışılmadık bir durumdu. Ama o, alışılmış kalıpları kırmak için oradaydı.
Barış dilini “statükoyu meşrulaştıran” bir oyuna dönüştürmek isteyen anlayışa karşı çıktı. Oslo sürecine dair derinleşen eleştirileri, onun kısa vadeli çıkarların değil, uzun vadeli meşruiyet ve eşitlik arayışının peşinde olduğunu gösterdi.
Sivil Alan: Direnişi Toplumsallaştırmak
1998’de kurduğu MIFTAH, Filistin siyasetinde katılımı genişleten önemli bir örnek oldu. Kadınların karar alma süreçlerine katılımı, gençlerin eğitimi, ifade özgürlüğünün teşviki… Bunların hepsi Aşravi’nin siyaset anlayışının merkezindeydi. Çünkü ona göre özgürlük yalnızca bir devletle değil, toplumla başlardı.
Kurumsal yapıların içinde bireyin sesi kaybolmasın diye çabaladı. MIFTAH’ı yukarıdan aşağıya değil, tabandan yukarıya doğru işleyen bir yapı olarak kurdu. Bu yönelim, onun için stratejik değil, ilkesel bir tercihti.
Sessiz Çekilişin Anlamı
2020’de PLO İcra Komitesi’nden istifa ettiğinde, bu adımı bir “protesto” değil, bir uyarı olarak gördü. Sistem içindeki tıkanmayı, temsilin krize dönüşmesini ve katılımcılığın giderek zayıflamasını işaret etti. Yönetimle ters düşmesi kişisel hesaplardan değil, politik sorumluluktan kaynaklanıyordu.
Bu istifa, onun haklılık zeminine duyduğu güveni gösterdi. Aynı zamanda sessizliğin de bir direniş biçimi olabileceğini hatırlattı.
Sözün Ağırlığıyla Yürümek
Hanan Aşravi, gürültülü bir coğrafyada sessizliğin bile anlamlı olduğu bir yolculuk yürüdü. Sadece bir akademisyen, bir müzakereci ya da bir siyasetçi değil; temsil ettiği ilkelerin taşıyıcısı oldu. Hakikati, pazarlığa indirgenmeyecek kadar derin bir değer olarak gördü.
Bugün geriye bakıldığında, onun etkisi görev yaptığı mevkilerle değil, kurduğu dil ve taşıdığı anlamla ölçülmeli. Çünkü bazı insanlar kurumları değiştirerek değil, düşünme biçimlerini dönüştürerek iz bırakır.
“Kelimeler benim silahım olmadı. Ama her zaman sığınağım oldular.”— Hanan Aşravi
Leave a Reply